Seyyahların Dilinden

Akillas Millas Gravürü

Seyahatname'nin yazarı Türk tarihçi Evliya Çelebi 1640'ta (1050 Hicri yılında) arkadaşlarıyla birlikte ilki Bursa'ya gitmek üzere Boğaz'dan Heybeli'ye geçmeleri olmak üzere, Adalara yaptıkları iki geziyi anlatmış:

Boğaz'da Emirgan'da demir attık ve birkaç usta gemi yapımcısını yolcu olarak almak üzere Fındıklı'ya uğradık. 1050 yılının Muharrem ayının ilk Cuma sabahında kayıkçıların da denize açılmaya uygun buldukları bir vakitte, yelkenleri açtık ve Saray Burnu'nu atlatıp gemiyi seyahatimizin hedefi olan Bursa'ya çevirdik. Tüm yolcular keyifliydi ve bazıları ilahiler söyleyerek seyahatimizin iyi geçmesi için Allah'a dua ediyorlardı. Müzisyenlerden birkaçı beni ezgilerine katılmam için destekledi, ve böylece… girdaniyemi (girdanieh) ayarladım ve Derviş Ömerbestieh'ten üç dörtlük ile bir semai söyledim. Kayıkçılardan birkaçı da bize enstrümanlarıyla eşlik ettiler; çokurun (chokur) sesi öyle etkiliydi ki dinleyenler mest oldular. Böyle eğlenerek Konstantinopolis'den yirmi yedi kilometre uzaklıkta olan ve çevresi 14 km uzunluktaki Heybeli'ye geldik. Buradaki ünlü manastırı ziyarete her yıl Konstantinopolis'den pek çok insan geliyor. Halk zengin Rumlar, kaptanlar ve gemi sahipler...


Evliya'nın Heybeliada'nın çevre genişliği konusundaki tahmini oldukça fazla, aynı sene yaptığı başka bir yolculukta diğer Adaların büyüklüğünü anlatırken de aynı abartı karşımıza çıkıyor:

Melling Gravürü Heybeliada Büyükada“Heybeliada'ya varmıştık… ki bundan daha önce de bahsettik. Dokuz kilometre ileride ise Tavşanadası bulunmaktadır. Adını burada çok sayıda tavşan bulunmasından alan Ada’nın çevresi sadece 1.5 km. ve burada toprak işlenmemiş. On iki kilometre kürek çektikten sonra Burgazada'ya geliyoruz. Ada sahilinde kireçtaşı kayalıkların üstünde küçük ama sağlam bir kale var. Çevresi 17 km. olan Ada’da güzel bahçeleri ve kuyularıyla üç yüz adet ev bulunmaktadır. Halkın tamamı Rumlar ve zengin tekne sahipleri. Ada’da çok sayıda keçi ve yabani tavşan bulunuyor. Kınalı çevresi 12.8 km. uzunlukta olan bir ada ve bir manastırı ve yüz Rum evinden oluşan bir köyü var. On beş kilometre uzaklıkta Büyükada bulunuyor. Çevresi 30 km. ve toprağı işlenmiş. Yüz Rum evinden oluşan bir köyü olan Ada’nın dört tarafında dalyanlar ve balık avlamak için gözetleme yerleri var.”

Adalar’ın güzelliği ve asil sürgünlerinin oldukça çetin tarihi, 19. yy.'ın romantik imgelemine hitap etmiştir. Adalar’ın görünüşü Gustave Schlumberger'in ilk kez 1884'te yayınlanan etkileyici kitabı Les Iles des Princes' in başında çok süslü bir dille anlatılır.

Corneille LeBrunın Gravürü"Napoli'nin Capri'si ve Ischia'sı var: Konstantinopolis'in ise Adalar'ı. Napolitenler körfezlerini süsleyen mücevherlerden ne kadar gurur duyarsa da bu, Pera’nın Rumlar’ın Marmara Denizi'nin girişindeki büyüleyici silüetlerini uyandıran, ahenk ve zevkin mekanları, etkileyici Adalar’ından duyduğu kadar değildir. Doğanın ihtişamı kadar Tiberius'un suçları da Capri'nin ünlenmesinde etkilidir. Aynı şekilde, Kınalıada, Burgazada, ve Büyükada'nın manastırlarına sürülen imparatorların, imparatoriçelerin ve yüksek rütbeli sürgünlerin kasvetli maceraları da, tarihi boyunca devrimler ve çalkantılarla sarsılmış bu şaşaalı Adalar’ın antik dünyanın en trajik kısımlarından biri haline gelmesinde etkili olmuştur. Dünyanın hiçbir köşesi acıklı felaketlerin, insani ihtişamın beyhudeliğine dair dokunaklı derslerin anlatıldığı hikayeler açısından daha verimli değildir. Sadece bu yönüyle bile Adalar tarihçi ve düşünürlerin ziyaretini hak etmektedir. Dünya üzerinde çok az yer, imparatorluk sarayının ihtişamından koparılıp bir imparatorluk manastırında bir hücrenin derinliklerine fırlatılan prens ve prenseslerin ıstıraplarına bu kadar çok şahittir. Bu dokunaklı hatıralara bu minyatür takımadaların, İtalya ve Sicilya'nın, başka hiçbir yerde memnun gözlerin sahillerde bu kadar tatlı, bir koyda bu kadar şirin, dağlık manzaralarda bu kadar heybetli dinlenmediği, başka hiçbir yerde yeşilliğin daha canlı ya da daha çeşitli olmadığı, kısacası başka hiçbir yerde masmavi suların binlerce gölgeli koyda, binlerce şiirsel kayalıkta daha nazik yıkanmadığı harikalarıyla doymuş bir gözü kendinden geçirecek güzelliklere sahip olduğunu eklerseniz, işte o zaman vaktiyle çok gözyaşıyla ıslanmış, günümüzde Adalar'ın dramatik bir geçmişin araştımasından ya da bugünün güler yüzlü çekiciliğinden etkilenenler için neden favori kutsal mekan olduğunu anlayacaksınız."

Edwin Grosvenor da 1895'te yayınlanan "Constantinople" adlı kitabında Adalar’ın ve hüzünlü tarihinin aynı şekilde heyecanlı bir tanımını yapmıştır:

Adalar tarihi genel çizim"Vermekten hiç bıkmayan doğa, başkenti sadece Boğaz'la ve Haliç'le değil küçük takımadalar Adalar'la da çeşitlendirmiştir. Ischia ve Capri Napoli için neyse, Heybeliada, Büyükada ve kardeş adaları Konstantinopolis için daha fazladır. Şehir merkezine çok daha az uzaklıktalar ve şehrin ayrılmaz bir parçasını oluşturuyorlar. En yakını Kadıköy'den 6 kilometre, İstanbul'dan da biraz daha fazla uzaklıkta.

Adalar antik dönemdeki adları Demonisos'u o topraklarda taş ve metal ustası olan Demonisos'tan almıştır. Ortaçağdaki isimleri Papadanesoi, papazlaradası, modern isimleri ise, Prenslerin Adaları, ironi ve tarih kaynaklı, yaygın bir anlamı ve çağrışımı var. Ortaçağ Bizans döneminde manastırlar krallıktan çok da uzak değillerdi. Akşamları krallığın altın tacını uzun bukleleri üzerine geçiren kişi, ertesi gün, kafası traşlı, bir manastır hücresinin gönülsüz sakini olabilir. O zamanlarda Adalar’da zevk arayışı yoktu, manastırlara ve keşişlere terk edilmişlerdi. Buraya pek çok hükümdar sürgün edildi, hayatın tüm güzellikleriden mahrum bırakıldılar, yaşamalarına izin veren haleflerinin onları belki hor görmesi belki de merhamet duymaları idi. Burada rahip cüppesi ve kukuletasıyla tutsak edilen imparatorlardan biri bile tahtına geri dönemedi. Tüm manastırların harap olmasına ve sadece birkaç sakininin otlarla kaplanmış patikalarında dolaşmasına rağmen tahttan indirilen prens geleneği devam etti ve Adalar’a bugünkü adlarını verdi.

Adalar Akillas genel çizimToplam dokuz taneler. İkisi, Pitta (Kaşıkadası) ve Niandros (Tavşanadası)'nda yerleşik halk yok ve ilgiden yoksun. Üçü, Oksia (Sivriada), Plati (Yassıada) ve Anterovithos (Sedefadası) günümüzden soyutlanmış ama her birinin yenilmişlik ve hüzünle dolu geçmişleri var. Dördü, Proti (Kınalıada), Antigoni (Burgazada), Halki (Heybeliada), ve Prinkipo (Büyükada) en önemlileri.

Birbirleriyle ve başkentin diğer bölgeleriyle her gün iletişim içindeler. İklimlerinin yumuşaklığı ve düzenliliği onları İmparatorluğun en sağlıklı yöresi yapıyor. Kuzey Marmara'nın hiçbir yerinde zeytin ağaçları bu kadar bol ve verimli değildir. Mayıs ve Haziran aylarında Adalar’ın güzelliğini anlatmaya sözcükler yetmez. Tepeler çam ormanlarıyla kaplı ve dolambaçlı kıyılar sessiz ve gölgeli koylarla oyulmuş. Nereye bakarsanız başka bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Kış aylarında el ayak çekiliyor. Hain Marmara sık sık adanın dış dünyayla olan bağlantısını koparıyor. Günbatımında İstanbul'un gölgesi üzerlerine düşecekmiş gibi görünmesine rağmen aslında fersahlarca uzaktalar. Boğaz'ın güneydoğusunda dağılmış, yuvarlak şekilleriyle tatlı bir hayali andırıyorlar. Batıdan yukarı bakıldığında dört ana ada ufukta uzanmış, sanki tek bir ada oluşturmuş gibi görünüyor. Ama sağ tarafa yaklaştıkça, yüksek Oxeia'da kuleye benzer kayalık yükseliyor, oysa yassı Plati'de ise deniz seviyesinden yukarıda sadece ufak çıkıntılar bulunuyor."

Adalar, hala Schlumberger ve Grosvenor'un betimlediği kadar güzel ve romantik. Boğaz'daki çalkantılı metropolden uzaklaşma ve sığınma mekanları olan Adalar, deniz ve gökyüzünün soluk mavisinin arasında, Marmara Denizi'nin Asya kıyısında berrak denizin üzerinde yüzüyorlar.

Bookmark and Share
Buradasınız: Anasayfa Tarih Seyyahların Dilinden